Doksanların ortasında yazın ile ilgilenmeye başlamadan epey önce, fotoğraf epey ilgimi çekerdi ve herkesin evlerinde olan televizyon sayesinde sinema! Sinemanın bir tür yaşama biçimi olduğunu düşünmezdim o yıllarda, fakat Son İmparator gibi bir filmin devasa senaryosu, filmin ergen bir genç için sağladığı korku dolu dünya, daha sonraki yıllarda yaşantımda sinema, önemli bir yere sahip oldu. Zamanın TRT2’sinde Nuri Bilge Ceylan’ın ilk filmlerine tanık oldum, kısa filmlerine,Ulysses’inDönüşü’nüizledim ya daNalın Ağacıyla Cannes film festivalinin ruhunu anlamaya çalıştım. Bisiklet Hırsızlarıyla İtalyan Yeni Sinemasına girdim.
Sinemaya ilgim üniversite yıllarında da devam etti. Bir seçmeli ders vardı, bu derste, örneğinPotemkin Zırhlısının simgesel ikonografik bağlamda eleştirisine yer verirdi hoca. Ben artık sinemanın insan ruhuna en iyi seslenen sanat dalı olduğuna inanmıştım, sinemanın o yıllarda. Ama aklımdan hiçbir zaman bir film çekmek, bir filmde oynamak geçmedi. Bunlar bana göre işler değildi. Zamanla da sinemaya ilgim epey azaldı. Handiyse günde bir film izleyen ben artık sinemayla ilgili pek bir takibim yok!
Bu film izleme hâlâ devam eder bazen, arada dandik Amerikan filmlerinin içinde senaryosu iyi olan varsa ve önce izlemediysem dikkatimi çeker. Örneğin bugün Otomatik Portakal filmini olur da televizyonda yayınlasalar tekrar katlanamam veya Amerikan bağımsız sineması içinde bunlar geçerli. Sinemadan neden bu denli soğuduğumu geçen gün fark ettim.
Canım çok sıkılıyordu, üzerime birileri bir şeyler atmış, bense her zamanki gibi aldırış etmemiştim ama canımın sıkılmasına da elbette umar bulmam gerekiyordu. Sinema burada işimi epey kolaylaştırdı. Bağımsız Amerikan sinemasından,İç Savaş adında bir filme denk geldim. Filmde birkaç embedded gazeteci, foto muhabiri, Amerika’da iç savaş çıkmış ve bu iç savaşı fotoğraflamaktalar, bilgi toplamaktaydılar. Filmin sonunda anladık ki, filmi seyredenler olarak bunlar Batı yanlısı gazeteciler…
Buraya kadar bu filmin yapısında, fotoğraflarda profesyonel işler vardı, bu çalıştığım alanda içime su serpti, benzer durumda olsam ben de çekerim bunları, en iyisini dedim kendi kendime, işimle ilgili kendime güvenim arttı. İster çalışma hayatında olsun, ki benim kaldığım bu durumda ister özel hayatta olsun, her zaman bir şeyler moralimiz bozacak. Doğaldır ki bu anlattıklarım iş hayatımla bağlantılı değil, genel bir bakıştan bahsediyorum.
Aslında bu derinlemesine dünyaya, hayata bakış sinemanın en önemli özellikleri arasında, bunları ilkin kitabımdaki bir şiir üzerine, düşünürken bundan beş altı yıl önce fark ettim. Gene canım çok sıkılıyordu ve bilim kurgu meraklısı olan ben;BladeRunner 2049’u izledim, birebir sinemaya gitmeyen, aman nasıl olsa televizyonda yayınlanır diye baktığım sinema, hayatımda böyle bir yere sahip olmuştu artık.
Sinema şiirden bile hayata daha çok beni bağlayan bir sanat dalıydı, evet sanat denen rafine dizge, hayatımızı güzelleştiren bir unsursa, sinema ilk sırada, tabii ben katlandığım sürece. Fakat çokta katlanamıyorum çünkü sanattan, hayattan kopmaktan bir tedavi yöntemi olan sinemadan pek haz etmiyorum, sırf bu nedenlerden dolayı, o an canım dışarı çıkmak isteseydi şüphesiz, gene sipsivri gerçeğim olan fotoğraf makinesi elimde olurdu, sipsivri gerçeğim olan yazı ve şiirle aramdaki bağı sorgulardım.Yoksa arada psikoloji düzelten sanat denen şeye mi deniyor sinema?