Bunalmak için neden arıyor olabilirim, hastalığımın geçmesi için bu nedenleri toplasam pek de yol alamam, şimdilik iyiyim. Ancak bunca bungunluğun tek nedeni olsa olsa o kurbağayı öpmeyen prenses bence. Ne dediğimin farkındayım! Artık o prensi bulmak için bir nedenimiz kalmadı, her yer bina, kurbağayı bulsa bulsa dağın başında medeniyetin epey uzağında bulur prenses, hep öyledir zaten, kurbağanın şehirde işi ne. Ben de zaten ne prensese, ne de kurbağaya inanmam, metafor, simge bu ya!
Masal bu ya kentlerinde masal gibi olması gerekir, buradan bu tümceyle başladığıma göre, eprimiş yıpranmış bir kelime oyununa göre kent ile şehir arasında da ayrım vardır. Yoo biri Moğolcadan biri Arapçadan devşirildi diye değil. Örneğin çok beğenilen Şam kentinin bizimle ilgisi olsa olsa Bizans’ın devasa erkinin bir mezhebin devasa gücünün bağlamıyla örtüşmesiyle ilintilidir, bu da onu ister kent, ister şehir yapsın neye doğru bakarız. Kent ya da şehir betimlemenizi bazen merak ederim, kenti, kent yapan entelektüel birikimi değil midir? Örneğin Şam’ın gerçekten entelektüel bir birikimi vardır. Yasalar, tüzeler, saraylar kime benzer Şam’da, taa bir zamanlar?
Mersin’i Mersin yapan entelektüel, aydın bir yanı var mıdır? Böyle bir bağa kentlerin gereksinimi var mıdır? Bu benim kentim olduğu için, bir ilkesel kent fikri kafamda hep olduğu için olması gerekir ideal/ilkesel kent fikrinin. Oysa Mersin; Tarsus’u ele geçiren Kavalalı ve Mısır Hidivlerine karşı kurulmuş daha çok tecimle ilintili değil midir? Ha bu arada yeri gelmişken yazayım, sahillere yerleştirilen Araplar bile bile oraya yerleştirilmiştir, tarımı iyi bildikleri için, yani onlara garezi yoktur kimsenin, bataklıklara yerleştirilmiştir onlar diye hâlâ bu devirde eleştirenler var, tuhaf!
Neyse konumuz kentin nasıl olması gerektiği zaten, kentin şairi, yazarı, ressamı entelektüel bir duruşu varsa ona ben kent diyorum çoğunlukla, buna daha öncede pek çok yazıda değindim. Çünkü kentin varsıllığı ne kadar olursa olsun, o kentin içinde kenti bize ayrıntılarıyla onlar tarif eder.
Picasso’nun bir kenti vardır, Yahya Kemal’in de, zaten kent fikri apayrı bir dünya görüşüyle bağlantılıdır. Yeme içme kültürünün yanı sıra kentin fotoğrafı da olmalıdır, onu diğer yerlerden ayıran, kültürel yaşayan bir olanaklar dünyası. İnsanların sıkça söylediği şey nedir, doksanlarda başlayan her kentte üniversite fikri kentin manevi ruhu için çok önemliydi, başaramadık.
Manevi ruhumuz gittikçe köreldi, artık üniversite fikri bile saçma bulunur oldu, çünkü yeterli entelektüel düzey bunun için, kentin ilerlemesi için zayıftı. Nedeni için konuşulabilir tartışabilir insanlar, aklımdaki tek soru buraların gerçek bilim yuvası, entelektüel bir zemin olmamasıyla ilintili, çoğunun. Düşünen, kentinin gelişimini düşünmeyen, yalnız mezun yetiştiren yere üniversite dedik, elimizdekiler de liseden gelen yeterince temeli olmayan insanlar olunca, sonuç ortada. Bir kurbağayı öpünce prens olunmaz, kurbağa hep kurbağadır, ha şans eseri kurbağayı prense çeviren varsa, o da geldiği yere benzer, kurbağaya, cadıda suçu aramayın, o doğru bildiğini yapar. Kurbağa mı, cadıya göre tam bir baş belası!