Düşünün ki elinizde bir balta var ve önünüzde ulu bir çam ağacı... Bugün olsa, çoğu insan baltayı kaldırmadan önce düşünmez bile. Oysa eski Türkler için bu, yalnızca bir ağaç kesme işi değil; Tengri'yle, yer-su ile, atalarla, hatta ağacın ruhuyla bir konuşma anıdır o an.
Eski Türkler doğayı kutsal görürdü ve su, orman, dağ, rüzgâr, taş, ağaç… Her birinin bir “can” taşıdığına inanırlardı. Ağaç sadece gölge veren bir nesne değil, bir ruhun evidir, bir “yer iye”sidir. Toprağın koruyucu ruhudur. Onu kesmek, bir canı rahatsız etmektir ve bu yüzden, bir ağaç kesilmeden önce ona yaklaşırlar, eğilerek selam verirler, “sana ihtiyacımız var” diyerek onun ruhundan özür dilenir, ardından baltaya davranılırdı. Bu bir dua, bir izin isteme, bir anlaşma ritüeliydi adeta. Kimi zaman bu tür kesimler öncesinde tütsüler yakar, ağaç ruhunu göğe uğurluyorlardı ve “Senin gövdenle biz ısınacağız, senin dallarınla çocuklarımız korunacak” diyorlardı. Çünkü onlar biliyordu ki doğa ile savaşılmaz, onunla anlaşılır.
Yüzyıllar sonra Osmanlı’da da benzer bir anlayış büyümüş, Fatih Sultan Mehmet “Ormanlarımdan bir dal kesenin kolunu, bir ağaç kesenin kellesini alırım” diyerek yasa çıkarmıştı. Bugün hâlâ dillerde dolanan “Yaş kesen, baş keser” sözü, sadece bir deyim değil, bu konudaki bir devlet anlayışının özeti idi.
Şimdi ise ormanlarımız yanıyor göz göre göre. Biz artık dumana değil, ihmale boğuluyoruz ve ormanlarımız yanarken bizim de ciğerlerimiz yanıyor, yüreğimiz kavruluyor. İçimiz yanarak soruyoruz her yıl bu zamanlar: Helikopter nerede? Uçak neden hâlâ kalkmadı Yangına ilk müdahale neden bu kadar saat sonra? Kim sorumlu? Kim hesap verecek bu sorulara?
Yanan sadece ağaç değil; Bir sincabın yuvası, bir karacanın izleri, bir çobanın yolu, bir çocuğun geleceği yanıyor ama kimin umurunda?
Sonra “Yanan bölgeye otel yapılacakmış” diyor biri usulca, bir başkası “turizm alanı” ilan ediyor. Teröristler yakıyor, piknikçilerin ihmali, elektrik telleri..... "Doğal afet" tellalları var bir de "inanalım mı?
Oysa ki doğal olan, yağmurun yağmasıdır, kardır, rüzgardır doğal olan, yıldırımın düşmesidir. Geciken müdahale doğal değildir, bizi kandırmayın. İhmalle büyüyen ateş doğal değildir, hele yanan yerlerin üzerine kurulan rant senaryosu hiç değil!
İçimiz kaynıyor, kime dert yanıp yakaralım bilemiyoruz, bu topraklar bir zamanlar ağaca diz çöküp dua eden ataların yurduydu. Şimdi o ağacı arkasına alıp, imar planı çizenlerin ülkesi mi oldu? “Yaş kesen baş keser” diyen bir medeniyetten, “Yanan yaşın üstüne beton döken” bir zihniyete savrulduk. Biz hâlâ susarsak, yarın çocuklarımız bize hesap soracak,
“Anne/Baba, siz o zaman neredeydiniz?”
Ve eğer gerçekten bir sabotaj, bir terör eylemi varsa... Ya da eğer bu yangınlar açık bir ihmalin, duyarsızlığın sonucuysa... Bunların da derhal tespit edilip, en ağır şekilde cezalandırılması gerekir. Çünkü ormanı yakan sadece ateş değil; suskunluktur, yeterli ağırlıkta yaptırımların olmamasıdır, cezasızlıktır, göz yummaktır. Bu memleketin, çocuklarımızın geleceği yanıyor. Susmayalım, yüksek sesle söyleyelim bıkmadan usanmadan.
Hasan Gezer
6 Temmuz 2025