image Hasan  Gezer
Yaylalar İçin Yeni Bir Yasal Statü Şart

Yazı Tarihi : 17.10.2025
 E-Mail : gezer.hasan@gmail.com

 

 

Yazın binlerle dolan yaylalar artık yönetilemiyor; doğayı da kültürü de koruyacak ve insanımızın yaşam konforunu sağlayacak yeni bir düzenleme gerekiyor.

Yaz ayları geldiğinde, Karadeniz’in serin sisleriyle örtülü yemyeşil tepeleri dağları ve Akdeniz’in çam ve kekik kokulu dağ eteklerindeki yaylaları birden kalabalıklaşır.
Kışın bazılarında yalnızca birkaç ailenin yaşadığı yaylalar, yaz mevsimi gelince bir anda binlerle ifade edilen nüfuslara ev sahipliği yapar oldu. Taş evlerin arasına beton apartmanlar karışır, derelerin şırıltısına jeneratör uğultusu eklenir, çiçeklerin üzerine toz çöker. Bir zamanlar doğayla uyum içinde yaşayan yayla kültürü, kontrolsüz bir yazlık göçe teslim olur.

Bir zamanlar keçilerin koyunların çan sesiyle yankılanan bu topraklar, artık minibüs ve motor kornalarıyla çınlıyor. Yaylalar nefes almaya değil, tatile çıkan kalabalıkların geçici yerleşimine dönüşmüş durumda. Ama bu kalabalıklar geldikçe doğa biraz daha geri çekiliyor, kültür biraz daha siliniyor.

Yaylalar, Anadolu’nun hem Karadeniz hem Akdeniz kuşaklarında yüzyıllardır aynı anlamı taşır. Doğaya sığınmak, toprağı dinlendirmek, hayvanları otlatmak, nefes almak.

Karadeniz’de sisin içinde kaybolan ahşap evlerin önünde mısır kaynatılır, tulum ve kemençe sesi dağlardan yankılanır. Akdeniz’de kekik kokulu yamaçlarda keçiler gezinir, çocuklar çamların gölgesinde oynar. Bu sadece bir serinleme değil, bir yaşam biçimidir. Yayla kültürü imeceyi, doğayla uyumu, üretimi ve paylaşımı simgeler.

Ancak son yıllarda bu denge büyük bir hızla bozuldu. Yaylalar artık yazlık sitelerin, karavan parklarının, asfalt yolların istilası altında. Yaylaya çıkan nüfusun büyük kısmı üretim için değil, tatil için geliyor. Altyapı ise hâlâ birkaç hanelik yerleşim düzenine göre kalmış durumda. Özetle yönetilemeyen, doğaya zarar veren, kalıcı nüfus baskısına dönüşen bir yazlık kaos.

Türkiye’de daha bakir kalabilmiş yaylalarda araziler kısmen özel tapulu olsa da genellikle orman, mera veya hazine arazisi statüsünde. Bu statüler, yaylaların kalıcı yerleşim, yapılaşma veya altyapı yatırımı açısından sınırlandırılmasını öngörüyor. Daha kalabalık, yazlık niteliğindeki yerleşim şeklinde tercih edilen yaylalarda ise durum içler acısı bir durumda maalesef. Kısmen bir yasal çerçeve var gibi görünse de bir köy sınırı içinde kaldığı için yaz aylarında binlerle gelen nüfus, bu yasal çerçeveyi fiilen geçersiz kılıyor. Altyapı hâlâ bir kaç aylık “geçici kullanımı” öngörürken, bunca kalabalığı kaldırması mümkün olmayan, altyapısı, ihtiyacı karşılamayan “kalıcı yerleşime” dönüşmüş durumda. Ortaya çıkan tablo hem çevreyi tahrip ediyor hem de kamu hizmetlerinde büyük aksaklıklar yaratıyor.

Artık yaylalar için ne köy ne de tatil beldesi kategorisine sığan tanımlar yeterli. Bu nedenle yeni bir yasal tanım şart. “Yayla Yerleşimi Alanı” veya “Yayla Koruma ve Yaşam Alanı” statüsü gibi bir tanımlama ile mi çözülür yoksa ayrı yeni bir yönetim statüsü ile mi çözüm üretilir, artık bu konuya acilen eğilmek gerekiyor.

Mevsimsel Nüfus Planlaması:
Her yayla için yaz döneminde barınabilecek maksimum nüfus bilimsel olarak belirlenmeli; bu kapasiteye uygun altyapı planı yapılmalı.

Doğa Dostu Yapı Standardı:
Betonarme yapılaşma yasaklanmalı, yalnızca doğal malzeme ve taş/ahşap temelli yapılar izinle inşa edilebilmeli.

Geçici Konaklama ve Üretim Teşviki:
Üretim (hayvancılık, arıcılık, bitki toplama) amaçlı çıkanlar desteklenmeli; özellikle hâlâ bakir kalabilmiş yaylalar için sadece tatil amacıyla gelenlere alan sınırı getirilmeli.

Atık ve Enerji Yönetimi:
Kanalizasyon, güneş enerjisi, gri su dönüşümü, kompost sistemleri gibi doğa dostu altyapılar zorunlu hale getirilmeli.

Yerel Yönetim ve Kooperatif İşbirliği:
Her yaylada yerel halk, belediye ve çevre koruma birimlerinin temsil edildiği bir “Yayla Yönetim Kurulu” oluşturulmalı.

Yaylaya çıkan herkes, yalnızca misafir olduğunu, doğanın ev sahibinin kendisi olmadığını hatırlamalı.

Eğer bu düzenlemeler yapılmazsa, birkaç yıl içinde Karadeniz ve Akdeniz yaylaları da sahil kasabalarının kaderini paylaşacak. Kalabalık, beton, çöp, kanalizasyon kokusu ve susuzlukla anılan yerler haline gelecekler. Oysa doğru yönetilen yaylalar, iklim krizi çağında şehirlerin nefes alanı olabilir. Yayla sadece bir kaçış değil, doğayla uyumun son kalan sahnesidir. Bu yüzden artık “yaylaya çıkmak” bir keyif değil, bir sorumluluk meselesidir ve bu sorumluluğun yasal bir zemine kavuşması gerekiyor çok acil.

Karadeniz’in sisli dorukları, Akdeniz’in kekik kokulu yaylaları yalnızca yazlık kaçış noktaları olmamalıdıt, bu güzelim yaylalar, ülkenin kültürel ve ekolojik mirasıdır. Eğer onları korumak istiyorsak, “yeni bir statü” ile doğayı, kültürü ve yaşamı birlikte yaşatmanın yolunu bulmalıyız. Aksi halde bir sabah sis çekildiğinde, ardında yalnızca beton yığınları kalabilir.



  YORUM YAZ
 
Adınız Soyadınız
 
Yorumunuz
 
 
  GÜNCEL
 
 
 
  SOSYAL MEDYA
 
 
  HAVA DURUMU
 
 
  FACEBOOK
 

 
 
 


 
 
 

 

Mersin Post | Siteden yararlanırken yayın politikamızı okumanızı tavsiye ederiz. mersinpost.com.tr © Copyright 2025 Tüm hakları saklıdır.
İzinsiz ve kaynak gösterilemeden yayınlanamaz, kopyalanamaz, kullanılamaz. Mersin Post basın ve yayın meslek ilkelerine uyar.

URA MEDYA