Kendimi bir Dünya vatandaşı olarak görmedim hiçbir zaman. Bu toprakların sesi olmayı tercih mi ettim bundan emin değilim. Ben pasaportumu bile daha bu yıl çıkardım, noksanlığını hissetmedim, dışarıya bir turist gibi gitmenin. Eğitim, öğretim için gitmeyi aşırı bir istekle zamanında planlamaya çalışmıştım fakat her zamanki gibi derin bir umutsuzluk ve hayal kırıklığıyla bu hevesim olmadı, çünkü her yerde her şeyde olduğu gibi maddi olanaklar karşıma çıktı, öyleyse neden turist olacaktım. Son zamanlardaysa yalnız ve yalnız fotoğraf için bu eskil hikaye depreşir bazen, öyle de oldu ve pasaportu çıkardım.Fakat bir Dünya vatandaşından bahsedilecekse bu kişi Fatih Sultan Mehmet’tir, bunlardan zerre şüphem yok.
Fatih Sultan Mehmet’ten sonraysa adeta her şey tepetaklak gitmiştir bizim için. Bunu dile getiren ben miyim, sanmam. Ben yalnız söyleyenlerden biri oldum aldığım eğitimden dolayı. Yüzünü batıya çevirmek ve ekinsel değerleri korumak konusunda bir Fatih Sultan Mehmet, bir de Atatürk başarılı olmuştur. Bu Batı’ya yüzünü dönmek bir öykünme değil elbette. Bu iki kişiden sonra gelenler kimse kusura bakmasınlar birer sünepelik sergilemişlerdir ülkenin geleceği için, birer öykünme, birer taklit ögesinden kurtulamamışlar zerre anlamamışlardır bu muhteşem insanların Dünya’ya bakışlarından.
Selçuklu zamanında derlenmeye, toparlanmaya başlayan kubbe İslam inancını bir araya getirmeyle doğrudan bağlantılıdır şüphesiz ve bu da bir kardeşlik, sevgi kültürünün şekillenmesini sağlamıştır Osmanlı için. Bu kültürün devasa bileşimi de Mimar Sinan’ın yapıtlarında son şeklini almış ve ekinsel bağ tamamlanmıştır. Bu rahatlıkla özellikle İslam ekini içinde Doğu’dan Batı’ya, Kuzey’den Güney’e gelişen toplum, gelişimine bir süre daha devam etmiş, sonra her zaman olduğu gibi maddi gerekçelerle bu gelişimde zamanını tamamlamıştır. Osmanlı’nın yaklaşık beş yüz yıl boyunca Kuzey, Güney yollarında ortak payda olduğu yollar bilindiği üzere İpek Yolu miladını doldurmuştur. Bunlar zaten bilindik, eprimiş söylemler.
Bizi geride bırakan Yedikule Hisarının şeklinde bile karşımıza çıkan Rönesans ekini yerine, gâvurun icadı deyip, Fatih’in biçtiği bilime sırtımızı çevirmek olmuştur. Batı ekinini ne yazık ki çokça onların manevi gerekçelerinin noksanlığından olsa gerek, kelimenin tam anlamıyla boş, anlamsız görmemiz bizi bu duruma getirmiştir. Zamanla eğitilmeyen toplumda sonunda hor gördükleri boş, anlamsız içi boşaltılmış bir duruma dönüşmüştür. Unutmayalım ki eğitimin, bilimin olmadığı yerde her toplum ne yazık ki hor gördüğü kişiliğe dönüşür.
Bendeniz genç yaşımda bunları fark ettim, belki de kültürel gelişimimde önemsediğim bu farkındalık topluma ve Batı’ya bakışımı etkiledi fakat eğitimimi gene maddi gerekçelerle istediğim yere kadar sürdüremedim, bir doktoramı tamamlamak isterdim.
Bütün büyük kentlerde gelişimin tek gereği hep gelişime açık olmalarıdır. Tecimsel yönergelerini öyle düzenlemeliler ki kente her yerden bir akış olsun, küçük anlamda kent, büyük anlamda ülke gelişsin. Mersin’de bu önemli kentlerden biriydi, şimdiki haline bakıyorum da tarım bile kalmadı. Gel de şimdi kendine bunca yokluk içinde, Cumalardan Cuma beğen.