Mersinli olanlar, Mersin’in kaç türküsünü bilirsiniz; ben bir kaçını biliyorum. İçlerinden en çok sevdiğim Yüce Dağların Karı Eridi ve Ak Devem Düzden Gelir... Aslında türkü dinleyen biri değilim genelde müzikle de aram pek iyi değil. Çocukken çevremdeki arkadaşlar bağlama, gitar, keman çalmaya meraklıyken ve kursa gitmek isterlerken ben kitap okumayı tercih ederdim... Bu yaşlarımdaysa araçta müzik dinliyorum genelde, araç sürerken. Araç sürmesem onu da tercih etmem. Konser olsa, gel deseler, en uçta oda orkestralarını tercih ederim. Öyle ayak üzeri dikilip konserlere katılmayı, barı diskoyu da haliyle tercih etmem. Bu dediklerimi konsere gitmeyi, barı, diskoya gitmeyi de yaptım elbet fakat zerre zevk alamadım belki de benim beceriksizliğim. Öyle ya insanların ortak zevkleri verilmemiştir bana büyük olasılıkla.
Kronolojisini bildiğim bir yapı içinden kendime bakabilirim ancak, yani akronolojik bakış açısı aklımla ilintili soru işaretleri oluşturur değil mi? Üniversite arkadaşlarımdan ikisinin profesyonel müzik gruplarında yer alması kendimle ilintili bir çelişki değil mi? Üstelik bu yazıyı yazarken Ay Işığı Sonatı’nı dinliyorum, con motonun, allegronun ne olduğunu gayet iyi biliyorum fakat ben bunları söylemiyorum. Benim söylediğim bangır bangır bir şeyin içinden gelip, bu bağırtının gürültünün yaşantımızın her alanında yer alması. Kentin her tarafının bu bağırtı içinde yer alması. Zerre nota, geçiş olmadan, saçma sapan sözlere kendimizi bırakmamız, yıllar yıllar önce Batı Müziğine karşı çıkan birinin atonolitesinin her tarafımızı sarması. Düşünmeye izin vermeyen bir ses, bunlara nasıl katlanılıyor, galiba insanın içindeki dünyayla ilgili, ne düşünmemizin gerektiğini zaten onlar söylüyor, bu müzikte de böyle olsa gerek. Kelime dağarcığımızla bağımız zaten zayıf, bir de yaylı çalgıların, elektronik çalgıların verimiyle ilgilenecek us nerede.
Türkü beynimde dönüyor, en basit açıklamaların olduğu, üç telli sazla arası iyi olan bir toplumdan elbette Barok müzik beklenmez, zaten gereksiz de, hep argo tabirle yan çizmeye meraklı bir toplum olmamızı başka türlü açıklayamayız. Türkmen obasından da bir oda müziği beklenir mi? Çok kent gezdiğim için, zorunluluktan, pek çok şiveyle de karşılaştım. Bu şivelerin birbirine benzerliği Türkmen obalarında aynı, çalgı aynı, adet aynı. Bir aynı olmayan saray müziğinin, kilise, Bizans müziğiyle benzerliği. Fakat bu müzikte dünyanın en varsıl musikisi değil mi?
Bir piyano yerleşikliğin en büyük gösterisidir. Öyle ki çok önemli filozoflarında musikiyle araları her zaman iyi olmuştur. Çigan müziğinin sokaklarda çoşup durması bizi nerelere bağlar. Sokağın yaşantımızda yeri nedir?
Depremden sonra bir piyanonun evimizde yeri olsaydı, varsıl bir toplum olsaydık, kentlerimizin dökülen binalarının gene keskin hatlı, atonal müzikle çevrili olduğunu göreceğiz şüphesiz. Zaten anlamla olan ilişki gerekli mi?